Mr.Smith

Üye
  • Mesaj sayısı

    336
  • Üyelik tarihi

  • Son ziyareti

  • Days Won

    5

Reputation Activity

  1. Mr.Smith liked a blog entry by pentaman, Antik Antalya   
    Türkiye'de bulunan antik kentlerin keşfi için biraz geç bir yaşa sahip olsam da son 3-4 yıldır nerede kim yaşamış, nasıl yaşamış ? gibi meraklarım oldu. Senede 3-4 defa Antalya'ya gidiyorum, daha çok kongreler, arada sırada da tatil için. Ancak Antalya'da antik kentleri gezme fırsatım olmamıştı. Bunda antik kentler arasındaki mesafelerin uzak oluşu, otelin içine kapandık mı başka bir yere çıkmıyor oluşumuz gibi etkenler ön plandaydı tabi. Bu kongreye sadece sunum yapmak için geldiğimden geliş ve gidiş günlerimi ayırdım ve bir araba kiralayıp en azından antik kentlerden ikisini gezmek için vakit buldum.
     
    Perge Antik Kenti
     
    Antik tiyatrosu hala hayatta olsa da ziyarete açık değil maalesef, ancak göreceklerinizin yanında tiyatro açıkçası biraz sönük kalıyor. Perge antik kenti oldukça büyük bir alanda kurulu ve iki ana caddede sütunlu kamu binalarının kalıntılarıyla çevrili çeşmeleri-hamamları olan bir kent. Yine agora yani pazar alanı oldukça büyük ve ortasında ayazma-kutsal alan gibi bir anıt halen duruyor. 
     
    Antik tiyatro :

     
    Gymnasium'a giden cadde (yön olayını çözememiş biri olarak direkt aklımda böyle yer etti )

     
    Ana cadde bitimi ve tak, hemen arkasında sütunların sonunda da çeşme : 

     
    Diğer gezebildiğim antik kent ise daha çok tiyatrosunun oldukça iyi durumda kalmış olmasıyla hepimizin bildiği Aspendos. Aslında su kemerleri inanılmaz ihtişamlı olan kentin tiyatrosu hep daha ön planda kalmış ama sabredip yukarı kentin sonuna kadar giderseniz eğer su kemerlerini görebileceksiniz.
     
    Su kemerleri :

     
    M.S. 2-3. yy'a kadar yaşamış her kentte bir bazilika kampanyası. Bazilikanın üst katında sonradan eklenmiş görünen duvar kalıntıları ne zaman eklendi diye merak ediyor insan) :

     
    Panoramik olarak meclis ve agora kalıntıları:

  2. Mr.Smith liked a blog entry by lawnmower, Periyodik tablo   
    Lisede bize Keifer diye ecnebi bir kimya hocası gelmişti. Adam biryerlerde kendine has bir periyodik tablo yaptırmış. Kendine has dediğim, A4'ten büyük gibi, ama kenarlarında boşluklar var. Yani neredeyse bir A4 kadar da boş alan var kâğıtta. Bize dağıttı bunları. "Sınavlara bunu da yanınızda getireceksiniz" dedi. Biz tabi şaşırdık. Sonra adam işi daha da abarttı, "Boş yerlere formül filan ne isterseniz yazabilirsiniz, yani sınava gelirken ihtiyacınız olacak şeyleri hazırlayın, öyle gelin" dedi. Biz "ağam bizimle eğlenir" modundayız ama adam ciddi. (Fena halde rahmetli Süleyman Seba'ya benziyordu bu arada bu adam)
     
    Neyse, hoca bize açık açık kopya çekin diyor işte. Yav olacak iş mi, biz o güne kadar kimyada hep element sembolü, numarası, formül filan ezberlemişiz. Adam bunları bizden istemiyor. Peki bizden ne istiyor? Mr. Keifer bize özel bir muamele mi yapacak sınavda?
     
    Sonra haftalar geçti, sınav haftası geldi, sınav olduk. Adam aynen dediği gibi üzeri formüllerle bezenmiş periyodik tabloyla sınava girmemize izin verdi. Sorular alıştığımız gibi değildi ama. Ezber değil bilgi ve kafa gerektiren şeylerdi. Formül hazırda olsa bile onu kullanacak noktaya gelmek için sorunun yorumlanmasını gerektiren şeylerdi. Olacak iş değil yav. Çok acaip yani. Fantastik bir deneyim.
     
    Neyse, şimdi o hoca ölmüştür büyük ihtimalle. Lakin ben o sistemi unutmadım. Olması gereken oydu zira. Fuzuli şeylerle beyinleri doldurmak yerine gerçek dünya senaryolarına daha yakın bir sistem uyguluyordu adam. Öyle ya, periyodik tablo ve formüller kolayca ulaşılabilecek şeyler, ama esas lazım olan onları kullanabilmek için gereken beceri. Keşke tüm öğretmenler böyle sistemler benimsese, şu boktan ezberci eğitim sistemini sonsuz hiçliğe uğurlasak...
  3. Mr.Smith liked a blog entry by lawnmower, Milli sporumuz: Dolandırıcılık   
    Memlekette dolandırıcılığın coşmasıyla ilgili bir sohbette bunları yazmıştım, kaynayıp gitmesin diye buraya ekliyorum.

    Dolandırıcı dediğimiz adamlar sizin bizim gibi değil. Kafa bu yöne çalışıyor. İkna becerileri çok kuvvetli. Olaylar basit anlatılıyor ama çok daha komplike gerçekleşiyor. Ön hazırlığı filan var. Hustle dizisindeki gibi resmen, hedefi inceliyorlar önce.
     
    Mesela Ercan benim yanımda işe girmeden önce onu bana getiren adamla birlikte beni incelemişler. Benim önceki elemanımda şikayetçi olduğum ne varsa Ercan bunun tam tersi olarak geldi bana. Öyle ayarlanmış yani. Ben mesela önceki elemanımın üst baş ve temizlik konusundaki özensizliğinden şikayetçiydim. Adam neredeyse pijamayla gelecek. Ercan takım elbiseyle geldi bana, bir süre de hep takım elbiseyle takıldı. Bunun gibi şeyler.
     
    Genel olarak ilk başta bir şekilde güven veriyorlar. Kendilerini çok ahlaklı (kişisine göre dindar) veya zaten başkasını dolandırmaya ihtiyaç duymayacak kadar zengin olarak tanıtıyorlar. Artık hipnoz mu desem, sosyal mühendislik mi desem, bir şekilde karşıdakini buna ikna ediyorlar. Sonra da hep olumlu şeyler oluyor. Deneyim harika yani. Sonra bir anda ufak bir pürüz çıkıyor. O pürüzü çözmeye çalışırken zaten olan oluyor. İşte bir akraba ölüyor da cenazeye gidilmesi gerekiyor, veya bankada bir sıkıntı çıkıyor biraz beklemek gerekiyor filan. Genelde zamanla alakalı şeyler oluyor bunlar. Bu dediğim kısa dolandırıcılıklarda geçerli tabi. Ercan meselesi gibi uzun dönem hadiselerde herşey daha komplike.
     
    90 sonrası özel kanalların açılması ve başını Televole programının çektiği "zenginlerin çılgın hayatı" temalı programlar normal vatandaşa daha önceden de biraz bildiği ama detayını bilmediği şeyleri gösterdi. Daha doğrusu, bazı gerçekleri vatandaşın gözüne soktu. Daha sonra önce internet, sonra da sosyal ağlarla birlikte vatandaş bu gözüne sokulan şeyin maddi yönünü de tam detaylı öğrenir oldu. Yani mesela eskiden "X futbolcu spor arabaya biniyor" şeklindeydi vatandaşın bildiği, bu daha sonra "X futbolcu Porsche 911 Turbo'ya biniyor" şekline dönüştü, en sonunda da "X futbolcu liste fiyatı 500000€ olan, sadece 100 tane üretilmiş Porsche 911 Turbo Special Edition'a biniyor" oldu. Yav adam kendince hesap yapıyor, benim maaşım o arabanın sadece yakıt masrafına bile yetmez diyor. İşte bir noktada kopuyor olay. Toplumun genel olarak yozlaşmasının sebebi de bu zaten. İnsanlar artık çocuklarının okuyup mühendis, doktor, avukat filan olmasını istemiyorlar. İnsanlar çocukları futbolcu, şarkıcı, dizi oyuncusu, müteahhit filan olsun istiyorlar. Eskiden top oynamak için okulu asan çocuğu babası döverdi, şimdi okula gitmek için futbolu aksatan çocuğu babası dövüyor.
     
    Neticede bu gelir dengesizliği ileriye bakıp "ne uzar ne kısalır" diyen adamı çıldırtabiliyor. İşte adamın ahlak duygusu önemli, kimisi üzülmekle kalıyor, kimisi "sikerim ulan bu hayatı, çalarım çırparım ben de o arabaya binerim, dünyaya bir kere geliyoruz" diyor. Dolandırıyor, çalıyor, çırpıyor, günü kurtarmaya çalışıyor. Tefeciden borç alıp pavyona gidiyor adam, şampanya açtırıyor. Zira normal maaşla çalışsa şampanyanın şişesini bile göremeyecek.
     
    Entellektüel kesimin saçma bulduğu dini meseleler bu konuda bir miktar toparlayıcı görevi görüyor. Ahiret korkusu olmasa çok çok daha kötü olurdu durum.
    İşte bu çalıp çırpmalar bir noktadan sonra alışkanlığa, yaşam biçimine dönüşüyor. Mesela şimdi dolandırıcılık yapan ama yine sürünen bir adama (Ercan mesela) iş verin, yapabileceği basit bir iş olsun ve makul bir maaş verin, mesela 10K filan olsun, önce kabul eder ama sonra bırakır gider. Halbuki dolandırıcılıkta eline o kadar para geçmiyor, burada en azından peşinden kimse gelmeyecek, gece rahat uyuyacak. Olmaz ama, o Ali Ağaoğlu gibi olmak istiyor. Şirketin vereceği 320i ona yetmez, 740 olacak. Haftasonları arkadaşlarla birkaç kadeh rakı içmek yetmez, boğazda gazinoda şampanya patlatacak. Dünyaya bir kere gelmiş, bunları yapacak. Yoldan çıkmış artık, dönüşü yok.

    Devletin çok ciddi önlemler alması lazım. Adalet mülkün temelidir lafı bunu anlatır. Adalet olmazsa mülk korunamaz, kimse de o mülk için çalışmaz. Bu düzen böyle devam ettikçe daha fazla insan Ercan olacak, daha az insan dürüstçe çalışıp birşeyler edinmek isteyecek. Bir keresinde Burger King'de kasadaki adamla kapının önünde milletten yemek isteyen çocuklarla ilgili sohbet etmiştim. Adam bana çocuklardan birini gösterip "bu zaten burada çalışıyordu, bizim arkadaşımızdı" dedi. Eleman düzenli maaş aldığı işyerinden istifa edip aynı işyerinin kapısının önünde dilenmeyi seçmiş kariyer olarak. Sadece bu bile birşeylerin yanlış olduğunu gösteriyor. Komplesini okuyacak sabrı gösteren herkese görüştüğümüzde küçük Starbucks kahvesi ısmarlıycam.
  4. Mr.Smith liked a blog entry by pentaman, iMac, Airport Time Capsule ve muhtelif diğer bilgisayar parçaları için masa yapıyoruz (Vol. 2)   
    Masanın boyası hariç her aşamasını bitirdiğim halde birkaç gündür yoğunluktan yazamadım. Çalışma odamı da eş zamanlı yaptığım için biraz gecikme oldu. Son haliyle ahşap koruyucu da uyguladığım hali yazının en sonunda yer alıyor. Masanın iskeletini yaparken ortadaki destek çıtasının civata ile tutturulmaması ve yine tek çıta olması nedeniyle üzerine koyacağım tablaları yeterince destekleyemeyeceğini düşündüm. Öncelikle ortadaki çıtaya civata ilave ettim.
      
    Tablalar 2 parça halindeydi, 200x40 cm olan her iki tablayı iskelet üzerine monte ettim.
     
    Bunun için bolca köşebent kullandım. Masanın alttan görünümü de şu şekilde :

    Köşebent kullanımını abartmamın nedeni en ufak bir gıcırdamaya bile tahammülüm olmaması, esneklik çok sevdiğim birşey değil. İki tabla arasında milimetre bile etmeyecek kadar bir girinti kaldı, burasının düz olmasını istediğim için ahşap tamir macunu kullandım, macunun kuruması için 15 dk yeterli dese de 12 saat bekledim, üstünü zımparaladım ve sonrasında da ahşap koruyucu ile boyadım. Masanın son hali de bu şekilde :